14 Aralık 2013 Cumartesi

Külkedisi

Fırtınalı ve karanlık bir geceydi. Böyle havalarda dışarıda olmamayı tercih ederim. Eğer evimdeysem, istediği kadar şimşek çaksın, gök gürlesin, yağmur, çamur farketmez, kendimi güvende hissederim. O nedenle mümkün olduğunca eve kendimi atmaya çalışırım bu havalarda. O gece de Taksim'de gittiğimiz tiyatro bitip dışarı çıktığımızda o gök delinmiş gibi havayı görünce içimi bir sıkıntı bastı. Eve biran önce gidebilecekmiyim sıkıntısı. Halbuki tiyatroya girerken hiç bu havanın belirtisi yoktu. Hazırlıksız yakalanmıştım.

Bu içimdeki sıkıntının bir nedeni de belki, Taksim Sahnesi'nde ki son oyunu seyretmiş olmamız ve tadilat nedeniyle AKM'nin perdelerini belirsiz süre kapatıyor olmasıydı. İş çıkışları veya haftasonlarımıza keyif katan bir aktivitemiz elimizden alınmış çocuk gibiydik. Bakalım sözlerini tutacak ve kısa sürede açacaklar mıydı yeniden bu salonları.

Hızlı adımlarla Anadolu yakasına geçen dolmuşların sırasına girdik. Sıra çok uzun değildi ama gecenin bu saatinde, havanın da etkisiyle, ortalarda dolmuş filan yoktu. Hem soğuk, hem yağmur bizi gafil avlamıştı. Herhalde 15 dakika kadar beklemiştik ki, iki tane dolmuş arka arkaya geldi. İkinci de neyse ki yer bulabildik. Islanmış ve üşümüşlüğün sonrasında dolmuşun sıkışık ve havasız ortamı bile daha keyifli gelmişti. Hafif bir sakinlik çökmüş, hatta biraz uyku bile bastırmıştı. Yanımdaki arkadaşımla sohbeti bırakıp, dışarıyı seyretmeye, günün yorgunluğunun getirdiği rehavete kendimi bırakmıştım ki, öndeki aracın ani freni ve bizim dolmuşun arkadan ona vurmasıyla savrulduk. Bir bu eksikti, tam oldu diye içimden geçeni, şoför yüksek sesle tekrarlıyordu. 

Daha köprüye gimemiştik, ama bu noktada insek, yeni bir araç bulabilir miydik, bu havada taksi bulmakta imkansızdı. Şoför çoktan inmiş, öndeki ile tartışıyor, arabanın durumuna bakıyordu. Onları veya polisi beklemenin, bu dolmuş ile eve varacağımızı hayal etmenin faydası yoktu. Bu gece havası gibi karanlık saatler belirlemişti bize anlaşılan. Kimisi minibüslere binip Mecidiyeköy'e gitmeye ve oradan otobüslerle geçmeye karar verdi. Biz kararsızlık içinde beklerken adada ki faytonlara benzer bir at arabası hem de gayet süslü püslü önümüzde durdu. Bu da nereden çıktı demeyin, bu benim hikayem, demek canım fayton ile yola devam etmek istemiş…

Hemen geriye kalan 3 kişi atladık, tıngır mıngır Boğaz köprüsünden fayton ile geçtik. Tabii yol biraz uzun sürdü ve herkes bize bakıyordu, bunlar delirmiş mi diye. Bütün trafiği katlettiğimizin farkındaydık, ama havadan dolayı ortada polis filan da yoktu, ondan kimse bizi durdurmadan karşıya geçmeyi başardık. Bizi köprüden sonra ki ilk durakta indirdi, bundan sonra başınızın çaresine bakın, benim dönmem gerek dedi. Nereye veya neye dönecekse…

Sonrası normal yollarla biraz gecikmeli, bayağı ıslanmış ve üşümüş olarak eve varış oldu. Sıcacık eve girip biran önce uyumak için yatak odasına yöneldim. Uykuya dalmadan önce en son  o faytonda nereden çıktı diye düşündüğümü hatırlıyorum. İzlediğimiz oyundan etkilenmiş olabilir miydik? Size söylemedim değil mi, tiyatroda "Külkedisi İstanbul'da" oyununu seyretmiştik. Ben nerede uyudum da bu rüyayı görmeye başladım acaba, oyunda mı, dolmuşta mı???


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder