20 Aralık 2014 Cumartesi

Anneannemin Düğme Kurabiyesi

Burası hiçbir zaman yemek tarifi blogu olmadı, bundan sonra da olmayacak. Ama geçen gün hatırladığım eskilerden bir kurabiyenin tarifini annemlerden soruştururken, aklıma bir proje geldi. Çevremdekilerden onlara, onların anneleri, büyükannelerine ait eski tarifleri toplayıp, denedikçe buradan paylaşmaya, projemi de unutulmamasıgerekentarifler hashtagi ile yayınlamaya karar verdim. Çünkü şimdi bunları toparlamazsam, ileri nesillere aktarma şansımızı kaybedeceğiz hissine kapıldım.

Bu projeye ilk yukarıda bahsettiğim kurabiye ile başladım, anneme sorduğumda bunun rahmetli anneannemin düğme kurabiyesi olduğunu söyledi, tarifte teyzemden geldi. Bana da hemen yapmak düştü. Kendimi mutfakta mucizeler yaratan biri gibi görmesemde, sonuç çok başarılıydı. Aynı hatırladığım o lezzet ortaya çıktı. Hele birde damak tadına güvendiğim eşimden de tam not alınca paylaşmak istedim.

Tarif şöyle:

Düğme Kurabiye

200 gr margarin veya tereyağ

1/2 kg un                   
1 küçük bardak şeker (iri çay bardağı veya büyük olmayan su bardağı)
1 çay kaşığı karbonat                 
2 yumurta    (yumurtalardan birinin beyazını ayır)            

Unu ve oda sıcaklığında bekletilmiş margarin veya tereyağını yoğuruyoruz,  ortasına diğer malzemeleri koyup yoğurmaya devam ediyoruz.
Elimizle yuvarlak şekil verip, önce ayırdığımız yumurta beyazına (öncesinde biraz çırpın) sonra tozşekere buluyor, ortasına fındık koyup 170 - 180 derecede önceden ısıtılmış fırında pembeleşene kadar pişiriyoruz.

Ve sonuç ta ta taaaam :)


Benden şimdilik öyle havalı yemek fotoğrafları beklemeyin, belki zamanla o da olur, amacım yemek blogu yapmak olmadığından olmayabilirde...

Bu tarifin sahibi ve bu projenin başlamasına vesile olan canım anneanneciğimi de buradan anmadan geçemem. Güleryüzlü, melek kalpli, güzel kadın anneanneciğim, seni çok özlüyoruz


14 Aralık 2014 Pazar

Ataturk Parkı - Baku


Bu parkın hikayesini bilmiyorum, bilen varsa bana yazsın, inanın merak ediyorum ama şehrin ortasında Atatürk Park görünce doğrusu şaşırdım. İçinde bir çok kafe ve restoranlar var, bunlardan biride bizim Özsüt, bu haftasonu keşfimiz burasıydı...






Badılcan Maceramız :))

Dün kızımla ilk defa badılcan taksilere binip bir yerlere gitmeyi tecrübe ettik. Eh şehirde yeni olunca ve 3 aylık bir bebekle dışarı yalnız çıkınca herşey göze meydan okuma gibi gelebiliyor. 

Bizde giderken evimizin yakınlarındaki Mado'nun önünde rahatlıkla bulabildiğimiz badılcan taksilere  (london taxi) binmeyi tercih ettik. Neden badılcan deniyor, çünkü Londra'da ki gibi siyah değil, patlıcan moru. Buradan da kelime haznemize bir tane daha ekleme yapıyoruz. Patlıcan = Badılcan :))


Bu taksileri hem taksimetre ile çalıştıklarından hemde bebek arabasını açık halde içine bindirebildiğim için tercih ettim ve etmeye devam edeceğimi sanıyorum.

Şoför oldukça yardımcıydı, burada genelde insanlar öyleler zaten. Bebek arabasını bir yerden indirmek, çıkarmak problem olmaktan çıktı. Yardım istemeseniz bile gören biri koşuyor.

Neyse bizim şoförden rica edince o da inip arabayı arka tarafa bindirdi, bu ilk binişimiz değildi, ama daha öncesinde, babası arabayı kontrol ettiğinden ve ben turist gibi gittiğimden farketmemişim ki, yerdeki hafif eğim yüzünden, pusetin tekerleklerine ayaklarımla fren yaptırmak ve elimle de sabitlemek zorundaymışım :) Yani eller ayaklar dört bir yanda bir seyahat oldu benim için ama ufaklık uyudu mışıl mışıl.



Gideceğimiz noktaya vardığımızda şoför "Xanım burası galiba" diye seslendi önden. İlk geldiğimde kadınlara hitap ederken Xanım = Hanım diye seslenmelerine alışık olmadığımdan üstüme alınmıyordum, ama artık seslenildiğinde bakıyorum :))

Dönerken ise, bineceğimiz noktadan bu badılcan taksilerden pek geçmediğinden *9000 numarayı arayıp sipariş verdik. Bu da güzel bir özellik, bu numarayı arayıp nereden nereye gideceğinizi söylediğinizde, en yakındaki boş badılcan taksiyi size gönderiyorlar. Yolda kalma derdimiz olmuyor böylelikle.


9 Aralık 2014 Salı

Targovi - Pazar Gezintisi :)

Artık biraz biraz düzeni oturtmaya başlayınca, haftasonu programı yapalım dedik, program dediğimde öyle ahım şahım birşey değil, kız hava alır, bize de bir değişiklik olur düşüncesi...

Bunun için bu mevsimde en uygun mekanlardan biri ( eğer alışveriş merkezi seçenekler arasında değilse) Targovi Caddesi. Burası bizim Taksim - İstiklal Caddesi'ne benzeyen trafiğe kapalı, eski mimari görünümlü binaların, dekorasyon, süslemelerin olduğu, bol bol kafe, restaurant barındıran, bir kaç sokak ve meydan. Güzel bir yer, alışveriş, yeme, içme, kalabalık hepsini bir arada barındırıyor. 

şu avizelerin gece ışıklandırılmış halini düşünsenize



Bu şehirde genelde olan, küçük küçük havuzlar, değişik, modern sanat eseri kıvamında heykellerin süslediği mekanların bolluğu. Bundan Targovi'de nasibini fazlasıyla almış, doğrusu kendimi şehirde turist gibi hissettim, oradan oraya resim çekmeye çalışırken:)

Bana nedense bir ibadet, bir ritüel yerine getiren kadınları anımsattı, sanki bir ayin gibi


bunun birde elinde şemsiye ile bekleyen kız versiyonu var, ikisi de buluşma noktası olması açısından iyi referanslar



Bir önceki yazımda da belirtmiştim, burada Türk markaların çoğunu corner veya kendi mağazası olarak bulmanız mümkün. Bundan nasibini kafe ve restoranlarda almış. Mado, Midpoint, Köşebaşı,  Günaydın, Özsüt, Namlı ilk aklıma gelenler. Bizde şansımızı bu hafta Midpoint'ten yana kullanınca, aynı kalite ve hizmeti devam ettirmiş olmalarına doğrusu çok şaşırdım. Ne de olsa Dubai ve Cidde'de Köşebaşı, Tike hezimetlerini yaşamıştım. Dekorasyonu biraz şaşaalı idi ise de, bunu da buraya adapatasyon olarak düşünüyorum




Meydan kısmına kocaman bir Noel ağacı kurulmuş bile, geçen hafta geldiğimizde hazırlıyorlardı, şimdi herkes önünde selfie çekiyor :)) Bizde belki yeni yılda aynısını yaparız ;)



Hatta Yeni Yıl için olduğunu tahmin ettiğim küçük bir pazar bile kurulmuştu.


Kendimi bir an Noel öncesi bir Avrupa kentinde geziyor gibi hissetmedim değil.

Targovi'nin gece çekilmiş resimlerini internette gördüm, ışıklarla çok daha güzel oluyormuş, eğer soğuk havalar izin verirse, sarıp sarmalanıp bir gece gelmek gerek...

2 Aralık 2014 Salı

İlk İzlenimler - Bakü

Bir hafta oldu yeni evimize, bir süreliğine evimiz olacak bu şehre gelişimiz. Bu bir hafta nasıl geçti anlamadık, özellikle kendim alışmaktan çok, küçük kızımızın alışmasına mesai harcadığımızdan sanırım. Eh bir miktar oturduysa da düzen hala tam değil :)

Bakü isminin anlamını tam hakederek karşıladı bizi, "rüzgarlı şehir" Bakü'ye gerçekten de oldukça rüzgarlı bir gece de indik, müthiş uğultulu rüzgarı benim için ilk simgesi oldu.

Hava soğuk, rüzgardan dolayı biraz daha soğuk hissedilse de, İstanbul ile aşağı yukarı benzer bir iklimi var. Biz soğuğa rağmen, sarınıp sarmalanıp, gündüzleri dışarı çıkıp küçük bir tur atıyoruz. Yakınımızda küçük bir park var, bu da küçük kızımın hava alması için yeterli :) Yıllarca Arap coğrafyasında yaşadıktan sonra, suratıma çarpan bu soğuk hava benim içinde büyük değişiklik.

Şu bir haftada gözüme çarpanları şöyle bir gözden geçirdiğimde küçük bir liste çıktı, şuan herşey yeni olduğundan ilginç geliyor, bir kaç ay sonra alıştığımda, orjinalliklerini, cazibelerini kaybedecekler, hatta bunu bana söyleyen kişi bu nedenle ilginç bulduğum herşeyin fırsatım varken, resmini çekmemi tavsiye etti. O konuda henüz biraz çekingen davransamda yerine getirilmesi gerekn bir tavsiye

Gözüme takılanlar:


  1. Yaya geçidinden karşıdan karşıya geçerken, arabalar durup yol veriyorlar! Hatta geçen gün koca bir damperli kamyon yol verdi de, aklıma İstanbul Bağdat Caddesini, kentsel dönüşüm furyasında istila eden kamyonlar ve trafiği katledişleri geldi. "Ne medeni bir ülke burası " filan diye geçirdim içimden, "Allahım ben nereye geldim" dedim :)), taa ki bunun nedeninin çok yüksek uygulanan cezalar olduğunu öğrenene kadar. Olsun bizde de güya cezalar var, sallayan kim :)
  2. Sokağa çıkışlarımızda genelde ben ve ufaklık ve bebek arabamız olduğundan ve maalesef her yerde merdivenler, yüksek kaldırımlar bulunduğundan zorluk çekerim sanıyordum. Ama hep uzanan bir yardım eli, arabayı kaldıran birileri oldu. Şükür bu yardımseverliklerine. Bir de yaşlı amcalardan hep şu uyarıyı duyuyorum, "kapat uşaqın kafasını, hava çok soğuk" :) vallahi sıkı sıkıya kapıyorum :)
  3. Fazlasıyla dikkatimi çeken şey, bizim Narimanov parki civarında çok fazla başıboş dolaşan adam var. Yani gerçekten fazla göze çarpıyor, işsizlik çok yüksek seviyede de ondan mı anlayamadım, şehrin diğer yerlerinde de böyle mi, onu da daha tecrübe edemedim. Parka gidiyoruz, parkta banklarda oturan, köşelerde öbek öbek biriken, sallana sallana yürüyen bir sürü adam, ve yaşlı, emekli filan değil, gayet genç insanlar. Ne bileyim garipsedim. 
  4. Yine parkımızda geçen gün gezerken, piknik masaları gördüm, ve birikmiş kalabalık bir erkek grubu, genelde yaşlılardan oluşan, ne ola ki derken, yaklaşınca gördümki, bir kaç grup halinde satranç oynuyorlar, ve tepelerinde onları seyreden de ayrı bir güruh var, hem de açık havada, buz gibi soğukta, ee pes yani, gidin çay evine sıcak sıcak...
  5. Genel olarak Azericeyi koruma çabaları oldukça yüksek (özüne hidmet =self servis) , bazen kulağa saçma gelen bozulmalar yaratmış olsalarda ( Shoppinq edin gibi)
  6. Pahalılık oldukça fazla, bir çok şey Türkiye'nin en az iki katı fiyatında
  7. Aşağı yukarı Türkiye'de ki her marka, mağaza mevcut, hiç yabancılık, çekmek söz konusu değil
  8. Metrosu var, evimize de yakın durak, fakat, yürüyen merdiven ilavesine yeni başlamışlar, ondan henüz, bebek ve ben yalnız kullanamayacağız.
  9. İki tip taksi var, London taxi, siyah değil patlıcan moru, taksimetreli ve diğer taksiler, taksimetresiz, fiyatta pazarlığa bağlı
  10. Bu ülkede binalarda kat "0" veya kat "G", Zemin kat filan yok, direkt kat numarası 1 den başlıyor.
  11. Çay içmeyi çok seviyorlar, hem de bol şekerli, hatta içine reçel koyuyorlarmış. Eve yardıma gelen abla çayına reçel koyduğunda, "yazık" dedim "eve şeker almayı unuttuk, kadıncağız bak reçelle tatlandırmaya çalışıyor":))), yok öyle değilmiş, bunlar normalde de reçel koyarmış
  12. Meşhur reçelleri ak kiraz reçeli, yine eve gelen ablanın kendi yaptığından tatmak nasip oldu, beğendim
Birde yeni öğrendiğim kelimeler var, merak da ediyorum açıkcası, öğrenmeye çalışıyorum.

Terevez : Sebze
Kök : Havuç
Uşaq : Çocuk
Kişi : Erkek
Kişi salonu :  Erkek Berber Salonu
Maşini saklamak (Machine) : Arabayı park etmek
Külek : Rüzgar
Pul : Para
Paltar yuyan : çamaşır makinesi
Kab yuyan : Bulaşık makinesi
zeng etmek : telefonu çaldırmak

benim için şehir orjinalliğini kaybedene kadar ve küçük prensesten fırsat buldukça yazmaya devam edeceğim :)

14 Kasım 2014 Cuma

Şekersiz Hayat mı? Denemeye değer

Nadir bulduğum vakitlerde internette gezinip birşeyler bulup okumayı seviyorum, o nadir zamanlar iyice nadirleşti ya neyse :))

Dün okuduğum bir blogta, şekerin zararları gibi bildiğimiz ama kulak ardı ettiğimiz konularda birşeyler okurken, o sayfadan bu sayfaya derken Slingomom blogundaki bu yazıya rastladım. Neden olmasın ki dedim, neden yapmayayım ki, özellikle bu aralar yediğim şeker veya çikolatanın kızıma sütümden geçip nasıl etki ettiğini düşünmeye başlamışken, tam zamanıdır.

Bugün ilk günümdü. Amacım hayatımdan tüm karbohidratları çıkarmak değil, ilk aşamada, içine şeker eklendiğini bildiğim tüm yiyecekleri yemekten vazgeçiyorum. Paketlenmiş ürünlerin içeriklerini dikkat edip, içinde şeker olanları elemekte niyetim ayrıca. O kadar çok paketlenmiş üründe esasında şeker var ki, farkındalığımın artacağını düşünüyorum.

Hergün düzenli yazacağımı sanmıyorum ama aralıklarla bendeki değişiklikleri yazıp merak edenleri ( varsa eğer:) ) haber vereceğim. Amacım şu şeker bağımlılığımdan kurtulmak.

Zaten yıllardır çaya, kahveye şeker koymam, bir seneden fazladır kola içmiyorum. Bakalım daha farketmeden nelerden şekeri alıyormuşum bünyeme ve vazgeçtikçe bende neler değişecek? Haber vereceğim. Bu da benim şekersiz hayat meydan okumam olsun. Bana Slingomom'ın ilham olması gibi, belki bende birilerine ilham veririm:))


13 Kasım 2014 Perşembe

Kızıma...

Son kez bloguma yazmamın üzerinden 2.5 ay geçmiş. Bu dönemde çoğu zaman gerçekten fırsat bulamadım ya da çok yorgundum. Çünkü hayatımıza küçük kızımız girdi, tüm hayat, tüm ben değişti, bir daha eskiye dönmemecesine...

Çok güzelmiş anne olmak, anlatılamaz, tarif edilemez, yaşanmadan bilemezmiş. Zormuş, ama bütün zorluklar onun bir gülücüğü, küçük eliyle parmağınıza sarılışı, bir göğsünüzde uyuyuşuyla biter geçermiş...

Artık haberlerde, gazete, televizyonda, sokakta her ağlayan annenin ne hissettiğini taa yüreğimde ilk defa, gerçekten hissedebilir oluyorum. İlk defa gerçekten onların acılarını anlıyor, onlarla ağlıyorum

Hamilelik, o dönemde hissettiklerimde çok güzel, çok ayrıydı, her tekme, her hareket, ama artık daha da farklı.

Ben artık farklı biriyim, eskiden önemli olan bir çok şeyde bir o kadar önemsiz...

Hoşgeldin kızım, hoşgeldin Defne İlayda, bu yazım sana hediyem, bir gün okuyasın diye, buradan hiç silinmesin ve sen oku diye. Seni çok seviyorum.

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Kadınlar Cesurdur...

Neden mi attım bu başlığı, çünkü Kürk Mantolu Madonna'yı okudum gecikmelide olsa, Sabahattin Ali'yi keşfettim bu kadar sene sonra, ve kitabın bende bıraktığı iz, işte tam bu oldu.

Sabahattin Ali ilk defa Altan Öymen'in anılarını okurken dikkatimi çekti, nedense o Nazım Hikmet gibi kitlelere ulaşamamıştı sanki, aynı dönemlerden, benzer sıkıntılardan geçtikleri halde. Ölümü, arkasındaki sır perdesi merakımı uyandırdı, bu dünyadan soru işaretleri, belirsizliklerle ayrılmak dokundu bana sanırım.

Sonra son senelerde en çok okunanlarda Kürk Mantolu Madonna isimli romanının hep bulunması merakımı celbetti, ama hep bir bahanem vardı, elimde çok kitap var, şimdi zamanım yok vs.


10 Ağustos 2014 Pazar

Deney Hayvanı

Hiç kendinizi deney hayvanı gibi hissettiğiniz oldu mu? Tabir biraz sert mi oldu bilmiyorum, ama bazen hissettiğini en iyi tarif eden kelimeler kalıpların dışındakiler...

Bu aralar ben öyle hissediyorum, sanki mikroskop altında incelenen bir canlı, "standartı bu, böyle olmalı, aaa ama değil" gibi. Tabii biliyorum, hormonlar tavanda malum durumdan dolayı, ondan iki kere alınganım, ya da artık tahammülsüz insanların kontrolsüzlüklerine!!!

Ondan belki Pazar sabahın köründe buraya uzun zaman sonra ilk yazışımın bu olması, bir yerlere patlayacağıma, sanal aleme dökeyim içimi, imalı olsun, manidar olsun, laf gitsin geri dönsün gibi düşünmelerim :)))

Genellemesek, olması gereken bu demesekte, biraz rahat bıraksakta bir nefes alsam, KEŞKE...


20 Haziran 2014 Cuma

Kapanmamış Kapılar...Yeni Yarınlar bizim için

Yine başka maceralara, yeni şehir, yeni hayata savrulmanın arifesindeyiz. Ondan bir garip içim. Biraz umut dolu, bol heyecanlı, meraklı, bol soru işaretli belki de. Kolay değil alıştığınız bir düzeni bırakmak yeni baştan başlamak. Bazen tanıdık nesneler, insanlar, alışkanlıklar oluyor çevremizde, bazen de herşey sıfırdan...



Bunları düşünürken aklım eskiye de gitti, önce Türkiye, oradaki 35 senelik yaşantım, tüm öğrendiklerim tecrübelerim, akrabalarım, ailem, arkadaşlarım, sevdiklerim, sevmediklerim, herşeyi bırakıp arkamda, çok da tanıdık öğeler olmadan başlamıştım hayatıma Dubai'de 5 - 6 sene evvel. Doğruya doğru, Dubai'de geçen 4 sene çok keyif aldığım, mutlu olduğum, öğrendiğim, deneyimlediğim bir süreç oldu. Bana yeni insanlar, yeni kültürler, mutluluklar, bazen hüzünler, başka bir bakış açısı, farklı bir büyüme getirdi kendi içimde. Ayrılırken bu şehirden, çok iyi bir sebebim vardı, bir an bile tereddüt etmemiştim. Ama bir kapıyı aralık bırakmıştım içimde, sanki tekrar dönecekmişim gibi. Neden bilmiyorum o ümidi besledim çok uzun bir süre. Çok yorucu bir karardı bu, aralık kapı bırakmak arkada, biraz geçmişe dönük yaşamak gibiydi. Hissettim beni duraklattı, ileri bakıp ilerlememde birşeyler eksik kaldı, belirsiz bir umuda bel bağlattı. Yordu bu da. Birkaç ay önce  bilmiyorum neden bu kapıyı açık veya aralık bırakmanın artık gereği olmadığını farkettim. Kafamda, kalbimde dedim ki, ordaki arkadaşlarım baki, ama önüme bakmalıyım. Neresi olacağı önemsiz, bir daha belki yine döneriz, ama çok önemli değil. Ben oradaki zamanımı en iyi şekilde geçirdim, ve tamamladım zaten, eksik birşey kalmadı ki. Kapat ve devam et...


Belki bu yüzden Cidde'de geçirdiğim 1 seneyi aşkın süre zor geçti, tek güzel yanı, sevdiğimin yanında, yeni evimde olmak gibi hissettim. Yanlış yaptım, arkamda bıraktığım açık kapılarla parçalara bölünüp, odaklanamadığımı farkedemedim. Olsun hergün yeni bir şey öğreniyoruz ya şu hayatta, bu da bir deneyimdi. Ondan belki Cidde'ye bu ikinci gelişim daha keyifli idi. Bu yazımda da biraz bahsetmiştim. Ama bu sefer daha da kısa sürdü maceramız, bizim için en doğrusu olduğuna inandığımız ve aldığımız kararlar nedeniyle, iyi de olacağına inancımızla.



Şimdi ki durak İstanbul yine, en azından bir süreliğine benim için, çünkü Eylül'de ailemize yeni bir katılan olacak inşallah, onu orada bekleyeceğim :)) Sonrası mı, sürpriz, bakalım neler gösterecek hayat bize...


p.s. : bu yazıyı yazıp bir kenara koyalı bir kaç ay oldu, herşey netleşsin diye beklerken kaldı draftlarda, yayınlamak bu güne kısmetmiş :))

25 Mayıs 2014 Pazar

Deprem...

Dün Ege Denizi'nde bir deprem oldu, uzun zamandır büyük deprem yaşamayan bizleri bir miktar korkuttu. Ama gündüz olmasından mı, o sırada dışarıda deniz kenarında olmamdan mı nedir çokda paniklemedim açıkçası. Ama sonrasında gözüm hep denizdeydi, tsunami olur mu, şu dalga neyin nesi, motor mu geçti, yoksa bişey mi geliyor gibi düşünceler sarmadı değil.

Bugün de Saroz'da olmuş ama onu hissetmedik, ama sabah havada bir durgunluk, bir pus, bir sıkıntı, denizde bir sakinlik bir dalgalanma, balıkların başlarını dışarı çıkara çıkara, atlaya zıplaya, kıyıya yanaşarak yüzmeleri "Acaba bunlar alamet mi" dedirtti açıkcası.

Ne yapalım, 1999 depremini birebir İstanbul'da gecenin bir yarısı yatağımızdan fırlayarak yaşamış insanlar olarak korkuyoruz, o günden beri bir çok profesörün literatürümüze kattığı bilgiler yüzünden kafamız karışık, birçok şeyi ona yorabiliyoruz. Hangisi doğru bilgi, hangisi popülarite peşinde bilmiyorum ama o günden bugüne şehircilik anlamında hiçbir şey yapılmadığını, mevzuat şu bunun hep fasa fiso olduğunu, bu ülkede yasa yapmanın değil, uygulamanın esas sorun olduğunu bir türlü anlayamadık. Geçenlerde Soma'da ki maden kazası da, yöneticilerin tavırları da, bu tavırlara rağmen onlara hala inanan insanlarımızda bunun en büyük kanıtı değil mi?

Kitap Kulubümüz

Kuzenim bu fikri ortaya attı, hadi bir kitap grubu kursak ya dedi, şöyle kuzenler, arkadaşlar ilgilenenler gelsin, bir kitap seçelim, okuyalım, tartışalım vs vs...

Ben hemen atladım bu fikre tabi, hem zaten kitaplar ben daha okumaya başlamadan, annem her gün okuduğundan en yakın dostlarım olduğundan, hem de Dubai'de yaşarken bu kitap gecelerini orada ki Türk arkadaşlarla deneyimlediğimden.

Çok keyifli bir aktivitedir, edebi tartışmalara çıkmaz genelde boyutu, ama kitaptan, yazardan girip, havadan sudan, günlük dertlerden heryerden çıkması muhtemeldir. Beyin fırtınası mı dersiniz, kafa boşaltmak mı, valla hepsi uyar. Ondan atladım ya kuzenin projesine

Şimdilik 4-5 kişi olduk bile, kitabımızı seçeceğiz, düşünmekteyiz, fikri olan var mı? Paylaşın seviniriz :) İstanbul'da olup da katılmak isteyen varsa ona da neden olmasın


26 Nisan 2014 Cumartesi

İstanbul Ufuktaydı...(gurbet kuşlarına)

Gurbetten, uzun yolculuk etmiş, dönüyordum.
İstanbul ufuktaydı…
Doğrulduğumuz ufka giderken…
Sevdalı yüzüşlerle yunuslar
Yol gösteriyordu.
İstanbul ufuktan
Simasını göstermeden önce,
Kalbimde göründü;
Özentili kalbimde bütün çizgileriyle,
Bin bir kıyı, bin bir tepesiyle,
Bin bir gecesiyle.
Yıllarca uzaklarda yaşarken,
İstanbul’u hicranla tahayyül beni yordu.
Yer kalmadı beynimde hayâle.
İstanbul’a artık bu dönüş, son dönüş olsun.
Son yıllarım artık
Geçsin o tahayyüllerimin çerçevesinde.

Bir saltanat iklimine benzer bu şehirde,
Hulya gibi engin gecelerde,
Yıldızlara karşı,
Cananla beraber,
Allah içecek sıhhati bahş etse…
Bu kafi…!
Yahya Kemal Beyatlı


14 Nisan 2014 Pazartesi

Cidde'de Haftasonları

Haftasonları nasıl geçer Cidde'de... İşte en zor sorulardan biri. Alternatifler kısıtlı maalesef. Sinema yok bu ülkede, diğer sanat dallarını saymıyorum bile :)) Arabanıza binip Cuma gününün trafiğine katlanıp gezmek istemiyorsanız, alışveriş merkezlerinin kalabalığında bunalmak veya evde oturmak istemiyorsanız geriye bir tek seçenek kalıyor. Plaja gitmek :)) Ama orada da küçük bir sorun var, bayanlar öyle heryerde denize giremezler.


plajın maskotu papağan, Macau idi sanırım


dalış kulübü tarafından plajın görüntüsü

bu özel villa, bazi VIP müşterilere kiralanıyor sanırım











Bizde başlarda eşimle beraber gidebileceğimiz yer arayışlarından elimiz boş döndük. Duyuyorduk dışarıdan plaja benzemeyen expatlere özel plaj kulüpler var diye ama onların reklamını bas bas bağırarak yapmadıklarından, arabaya binip yol boyunca arayalım bulalım söz konusu değildi.

Bir kaç deneme sonrası, burada genelde olan kural işledi, kulaktan kulağa bir yer tavsiyesi aldık. Bu tip resortların sayısı az ve çoğu yıllık veya yarı yıllık üyelikle sadece expatleri kabul ediyor. Çünkü içeri girdiğinizde başka bir dünyaya giriyorsunuz, sanal alem gibi bişey :))

Bizim bulduğumuz yer ise herseferinde ödeme kabul eden ( bir çeşit),  bir yer oldu ki, bize yıllık üyelikten daha az bağlayıcı geldi.

Dışarıdan tabelası yok, internette reklamı, sayfası vs yok, esasında öyle bir yer yok, kocaman yüksek duvarların bulunduğu yol üzerinde ki yerlerin önünde bol bol araba parketmişse bu resortların birinin yakınından geçiyorsunuzdur büyük olasılıkla. Ama yinede elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz, bir bilen, referans, tavsiye eden vs olamlı, ilk seferinde en azından.

Konu bu kadar hassas olunca bende burada isimden bahsetmeyeceğim.

Ama şöyle bir canlandırayım gözünüzde, abayanızla giriyorsunuz yüksek duvarların içine, resepsiyonda abayanızı askıya asıyor ve istediğiniz deniz kıyafeti ile plaja, havuza geçebiliyorsunuz.

Keyifli şezlonglar, büyük şemsiyeler, güzel bir kahve, eğlenceli bir müzik ( geçen gün Tarkan bile çalıyordu), güzel bir restoranda öğlen yemeğiniz, isterseniz spasında bakımınız, dalış kulübü, küçük ama değişik bir dünya...Çocuklu bir sürü aile, cıvıl cıvıl, rüzgar, ince kum, Kızıl Deniz'de yüzme ayrıcalığı, daha ne olsun...

Çıkarken, yine abayanızı giyip, eşinizin arabayı kapıya getirmesini bekleyip, normal hayatınıza dönüş, bir kaç keyifli saat...

23 Mart 2014 Pazar

Cidde'de...Kaldığımız Yerden....

Ne kadar uzun zaman olmuş yazmayalı buraya, hep bir sürü bahaneler, ne yazacağımı bilememeler...

Esasında yazacak çooook şey var, mesela Cidde'ye geri döndüm.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Eyvah Eyvah…cok guluyorum :)

Çok sık sinemaya gitmiyorum, ama Şubat tatili bahanesiyle yeğenlere değişiklik olsun diye sinemaya gitmeye karar verince, hem de vizyona Ata Demirer'in Eyvah Eyvah serisinin 3. gelince gitmemek olmazdı.


29 Ocak 2014 Çarşamba

Orhan Pamuk'u Sevmeye Başlamak

Aman yanlış anlaşılmasın, yazarın şahsıyla değil yazar kimliğiyle ilgili başlığım :)) Neden derseniz, yıllarca ama yıllarca Orhan Pamuk kitaplarını hiç okumadım. Hep çevremde "Aman bir başladım bitiremedim, çok sıkıcı, şöyle böyle…" yorumları duydum ve kaçtım. Önyargılara yenik düştüm. Ama nasıl olduysa önce bir gazetede Çukurcuma'da açılmış olan Masumiyet Müzesi ile ilgili okuduğum bir haber ilgimi çekti. Sonra da bu müzeye ilham olan aynı isimli kitabı okumaya karar verdim. Bu kitap ile ilgili yorumlarımı başka bir yazıya bırakacağım…

Ama önyargılarımın ne kadar yersiz olduğunu kitabı okuyup bitirip, görünce dayanamadım, bunu Facebook'a not düştüm, neredeyse her kitabını okumuş, yazarın sıkı bir takipçisi olan bir arkadaşım da bana yazarın ilk kitabını okuyarak devam etmemi ve yazışında ki farklılığı, gelişimini görmemi tavsiye etti.


Ben de öyle yaptım, gittim hemen ilk kitabı "Cevdet bey ve oğulları" kitabını aldım. Kitabı, hikayeyi genelde beğendim. Ama şöyle bir değerlendirince, yazarın şuanki dili ve anlatışı ile ne kadar farklı olduğunu ve gelişimi görebildim. O kadar barizdi ki. Kitabın bazı kısımlarını okurken, Orhan Pamuk'u bu ilk kitabını yazarken hayal ettim ne ilginçtir. 

Muhim Kampanya - Nescafe & Nestle Coffee Mate Ayrılmaz İkili mi Gerçekten??

Fikrimuhim'den haberdar mısınız? Ben onlarla 5-6 sene önce tanıştım, bir arkadaşım vasıtasıyla. Farklı ürün grupları veya markalarla ilgili bir çeşit pazar araştırması yapan ve bunun için bizim gibi halktan insanları, üyelerini kullanan bence çok eğlenceli bir site. Bir kere üye oluyorsunuz, ve sonra size ya yazılı anketler olarak ki, çoğunlukla böyle, ya da mühim kampanyalar geliyor. Ve biz de puan biriktirip, hediye kazanabiliyoruz.

Bu sefer ben Nestle'nin Nescafe & Nestle Coffee Mate muhim kampanyasına katıldım, evime 2 set olarak Nescafe ve Nestle Coffee Mate geldi. Bunları deneyip, fikrimizi rapor olarak sunmamız bekleniyordu. Özellikle beklenen Coffee Mate ile ilgili fikirlerimizdi. Nescafe kendisini yeterince kanıtlamış bir marka ve lezzet. Bir jenerik isim ve marka, başka markalar olsa bile herkes granül kahveye Nescafe diyor, bu da onun ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtı. O konuda diyecek hiç bir lafım yok.

21 Ocak 2014 Salı

Ego - izm!!!

Bugünlerde en nefret ettiğim, beni en çok çileden çıkaran, kafamda dönüp dönüp duran bir çözüm bulamadığım "IZM" budur, Egoizm!