30 Aralık 2013 Pazartesi

Düğün Dernek - bir küçük film eleştirisi

Bir Pazar günü eğer hava kapalı ve soğuksa, yapılabilecek en iyi aktivite sinemaya gitmektir. Bizde öyle karar verdik ve eve yakın olsun, az yürüyelim, az hareket edelim, kış günü enerjimizi harcamayalım diye eve en yakın sinemada karar kıldık :) Film olarakta vizyona girmeden, daha Gala gününden itibaren yere göğe konamayan "Düğün Dernek" filmini seçtik.

27 Aralık 2013 Cuma

Yeni Yıl Süslemeleri

Yine bir yeni yıl heyecanı başladı ve heryer süslemelerle değişti. Bu bizim kültürümüzde var veya yok, tartışılır. Ama dışarı çıkıp bu süslemeleri görünce bana hissettirdiği, eğlence, keyif, canlılık, başka bir anlamı da yok. Ne Noel'i kutluyorum bunları görünce, ne özel anlamlar yüklüyorum. Avrupa'nın herhangi bir şehrinde ki kozmopolitliği, canlılığı, renkliliği görüyorum.

Uuzn bir grip döneminden sonra hala çok iyileşmemiş olsam da, evde yat yat sıkılınca kendimi kısa bir yürüyüşe Bağdat Caddesi'ne attım. aşağıdaki değişik süslemeleri görünce de, deklanşöre basmadan duramadım. Bu sene Belediye farklı bir süsleme şekline gitmiş, seçim öncesi diye belki de :))

Bir de gece gidip görmek lazım, ışıklar içinde ayrı bir havası vardır mutlaka...
Vakko'nun artık klasikleşmiş süslemeleri



kardan adamdan çok dondurmaya benziyorlar :)

gönül verdiğim renkler :)

oo hediye paketi açmayı çok severim



labirent şeklinde paket




Amcam şaşkınlık içinde bakmakta...








24 Aralık 2013 Salı

Amalfi Kıyılarında

Blog Fırtınası yaşamak isteyeceğimiz bir yol hikayesini yazmamızı isteyince, çok düşünmeme gerek yoktu. Daha önce ki bir yazımda belirttiğim Avrupa'nın Şatoları gezi hayalimde bunlardan biri olsa da, yol hikayesi deyince aklıma başka bir güzergah geliyor.

Hep hayalimde olan, henüz gerçekleştiremediğim…İtalya'nın sahillerini, kiralık bir araba ile gezme fikri. En çok da ülkenin güneyinde, batı kıyısında bulunan Amalfi Kıyıları bana bu hayalleri kurduran.


Bunu düşlemeye başlamamı ilk sağlayan bir Hollywood filmi idi, üstü açık bir araba ile bir çift o yolda gidiyorlardı. Ama arşivi arayıp taramama rağmen hangi film olduğunu bulamadım, 50-60 lı yıllara ait bir Hollywood filmi idi sanırım. O filmi bulamadım, ama o ruhu verebilecek bir şarkı, bilinen en ünlü İtalyanca şarkılardan birini ekledim aşağıya.


Non Ho L'eta




Müziğimizi bulduğumuza, havaya girdiğimize göre ilk önce arabamızla başlamak gerek. Ben şöyle bir arabayı uygun buldum :) 1962 model bir Ferrari ;)



Rüzgara karşı da başa şöyle bir eşarp ve bir de gözlük aksesuarı temel öğeleri tamamlar sanırım



Yolculuğumuz esasında çok uzun bir mesafeyi kapsamıyor. Amalfi Kıyıları yaklaşık 40 kilometrelik bir güzergah. Yukarıda Positano'dan başlayıp ( birçok filmin mekanı olduğundan çok tanıdık ve turistik bir kasaba) aşağıda Salerno kasabasında bitiyor. Dağların sarp yamaçlarına kurulmuş bir çok kasaba yolda size eşlik ediyor. Virajlı bu yol ve yol üstünde ki güzergahları nasıl böyle biliyor gibi anlatiyorum değil mi, ee çünkü merak ettiğimden araştırıp bilgi topluyorum, birgün gidersek diye…

Ama bir konuda dikkatli olmak gerekiyor bu destinasyona giderken, İtalya'da herkesin tatilde olduğu Ağustos ayı kesinlikle seçilmemeli, çünkü kalabalık, izdihamdan ve aşırı sıcaklardan pek de keyif alınamayacağı söyleniliyor.

Birgün araba Ferrari olmasa hatta üstü açık olmasa da, bu güzergaha gitme hayallerimi tozlu raflara kaldırmadan taze tutmaya çalışıyorum. Neden olmasın, olur değil mi?

21 Aralık 2013 Cumartesi

Hastaydım

Hastaydım, hala tam iyilesmedim, pacavra hastaligindan, bir de bulasici mubarek, ondan yazamadim, yarina yazabilecek miyim supheli

Herkese sifali gunler


18 Aralık 2013 Çarşamba

Prag

Aliye o gün çok heyecanlıydı çünkü arkadaşı ile planladığı bayramda Prag tatiline gitmek üzereydiler. Esasında birçok tur firmasının ayarladığı Prag, Viyana, Budapeşte turları genelde revaçtaydı ama onlar tek şehir olsun doya doya gezsinler istiyorlardı. Hem tatil süreleri kısaydı bu sefer. Tam kış ortasında gidiyor olmak biraz soru işareti yaratıyordu ama yine de bu maceraya atılmaya değerdi.

Uçaktan inip onları karlar altında beyaz bir şehir karşılayınca şaşırmışlardı. İstanbul'da hava gayet iyiydi. Otele gitmeden turla birlikte kısa şehir turuna başladılar önce. Sonrasında da serbest zaman. Prag'ın ona hissettirdikleri burasının bir masal şehri olduğuydu. Üçyüz dörtyüz yıllık binalar, ünlü köprüleri, köprülerin üzerinde ki heykeller, şehrin her köşesindeki sanat aktiviteleri reklamları büyülü bir ortam sunuyordu. Burası bir aşk şehriydi. Aliye'nin hissettiği buydu, burada ya aşık olunmalı, ya da sevdiğinle gezmeliydi insan.

O dört günlük geziden döndüğünde sanki oradaymış gibi hala hatırladığı o kadar çok anılar biriktirmişti ki, şimdi yıllar sonra bile tazeydi hafızasında. Mesela ilk öğlen büyük saat kulesinin altındaki kafelerden birinin önünde durup saatbaşı çıkan heykelleri beklemeleri idi. Bu heykellerden birinin, korsana benzeyenin, Avrupa'ya savaşmaya gelen Türk / Osmanlı yeniçerisi olduğunu söylemişti rehberleri. Ama tatilin en unutulmaz anı, ilk gece yine bu meydana bakan kafelerden birinde soğuktan tir tir titreyecek otururken, garsonun kucaklarına kocaman sıcacık bir battaniye getirmesi ve içtikleri o sıcak çikolatanın tadı idi ve meydanı, ışıkları seyretmek...

Tatilin diğer bir farklı anı Karlovary gezisi idi, nehrin iki yanına dizilmiş aynı tip, farklı renklerde bir sürü ev ve bu kaplıca şehri, Bohemya kristalleri satan dükkanlar, bu şehrin Yalova Termali'ni oluşturmak için Atatürk'e ilham olması, ellerinde küçük porselen maşrapalarla yoldan akan suyun biriktiği havuzlardan şifalı sulardan içmek çok keyifli gelmişti. Yoksa bu gezide ki herşey mi güzel geliyordu ona.

Terezin Yahudi Kampı'nı görene kadar bu fikirdeydi. Ama o terkedilmiş hissi yaratan, toplama kampının sokaklarında, insanların insanca olmayacak şekilde kaldıkları odalar, yıkandıkları banyolar ve gaz odalarında gezerken midesi bulanmıştı. Filmleri izlerken bu hisleri, gerçek olabileceğini düşünmüyordu insan bu kadar. Oradan biran önce kaçmak istemişti.

Bu planlarının ötesinde güzel geçen tatilden geriye hala tekrarladığı bir cümle kalmıştı, ilk defa dar sokaklarında gezerken aklına düşen. "Bu şehirde bir sürede olsa yaşamayı çok isterim."...





14 Aralık 2013 Cumartesi

Külkedisi

Fırtınalı ve karanlık bir geceydi. Böyle havalarda dışarıda olmamayı tercih ederim. Eğer evimdeysem, istediği kadar şimşek çaksın, gök gürlesin, yağmur, çamur farketmez, kendimi güvende hissederim. O nedenle mümkün olduğunca eve kendimi atmaya çalışırım bu havalarda. O gece de Taksim'de gittiğimiz tiyatro bitip dışarı çıktığımızda o gök delinmiş gibi havayı görünce içimi bir sıkıntı bastı. Eve biran önce gidebilecekmiyim sıkıntısı. Halbuki tiyatroya girerken hiç bu havanın belirtisi yoktu. Hazırlıksız yakalanmıştım.

Bu içimdeki sıkıntının bir nedeni de belki, Taksim Sahnesi'nde ki son oyunu seyretmiş olmamız ve tadilat nedeniyle AKM'nin perdelerini belirsiz süre kapatıyor olmasıydı. İş çıkışları veya haftasonlarımıza keyif katan bir aktivitemiz elimizden alınmış çocuk gibiydik. Bakalım sözlerini tutacak ve kısa sürede açacaklar mıydı yeniden bu salonları.

Hızlı adımlarla Anadolu yakasına geçen dolmuşların sırasına girdik. Sıra çok uzun değildi ama gecenin bu saatinde, havanın da etkisiyle, ortalarda dolmuş filan yoktu. Hem soğuk, hem yağmur bizi gafil avlamıştı. Herhalde 15 dakika kadar beklemiştik ki, iki tane dolmuş arka arkaya geldi. İkinci de neyse ki yer bulabildik. Islanmış ve üşümüşlüğün sonrasında dolmuşun sıkışık ve havasız ortamı bile daha keyifli gelmişti. Hafif bir sakinlik çökmüş, hatta biraz uyku bile bastırmıştı. Yanımdaki arkadaşımla sohbeti bırakıp, dışarıyı seyretmeye, günün yorgunluğunun getirdiği rehavete kendimi bırakmıştım ki, öndeki aracın ani freni ve bizim dolmuşun arkadan ona vurmasıyla savrulduk. Bir bu eksikti, tam oldu diye içimden geçeni, şoför yüksek sesle tekrarlıyordu. 

Daha köprüye gimemiştik, ama bu noktada insek, yeni bir araç bulabilir miydik, bu havada taksi bulmakta imkansızdı. Şoför çoktan inmiş, öndeki ile tartışıyor, arabanın durumuna bakıyordu. Onları veya polisi beklemenin, bu dolmuş ile eve varacağımızı hayal etmenin faydası yoktu. Bu gece havası gibi karanlık saatler belirlemişti bize anlaşılan. Kimisi minibüslere binip Mecidiyeköy'e gitmeye ve oradan otobüslerle geçmeye karar verdi. Biz kararsızlık içinde beklerken adada ki faytonlara benzer bir at arabası hem de gayet süslü püslü önümüzde durdu. Bu da nereden çıktı demeyin, bu benim hikayem, demek canım fayton ile yola devam etmek istemiş…

Hemen geriye kalan 3 kişi atladık, tıngır mıngır Boğaz köprüsünden fayton ile geçtik. Tabii yol biraz uzun sürdü ve herkes bize bakıyordu, bunlar delirmiş mi diye. Bütün trafiği katlettiğimizin farkındaydık, ama havadan dolayı ortada polis filan da yoktu, ondan kimse bizi durdurmadan karşıya geçmeyi başardık. Bizi köprüden sonra ki ilk durakta indirdi, bundan sonra başınızın çaresine bakın, benim dönmem gerek dedi. Nereye veya neye dönecekse…

Sonrası normal yollarla biraz gecikmeli, bayağı ıslanmış ve üşümüş olarak eve varış oldu. Sıcacık eve girip biran önce uyumak için yatak odasına yöneldim. Uykuya dalmadan önce en son  o faytonda nereden çıktı diye düşündüğümü hatırlıyorum. İzlediğimiz oyundan etkilenmiş olabilir miydik? Size söylemedim değil mi, tiyatroda "Külkedisi İstanbul'da" oyununu seyretmiştik. Ben nerede uyudum da bu rüyayı görmeye başladım acaba, oyunda mı, dolmuşta mı???


13 Aralık 2013 Cuma

Öylesine...

Dün bir sürü koşturma arasında #Blogfirtinasi'nin 12. gün ödevi olan "sevdiğiniz birini bir karaktere çevirin ve onun hakkında yazın" konusunu atladım. 13. gün ödevi ise "hep hayalini kurduğunuz evde yaşıyor olsanız nasıl birşey olurdu onu yazın" imiş.

Uzun uzun yazmaya niyetim yok, hayalini kurduğum evi anlatmak o kadar kısa ve net ki, ötesi yok. Hayalini kurduğum ev, sevdiğim, ailemle birlikte yaşayabildiğim ev. Hangi şehir, ülke, hangi tip, modelmiş, içinde ne eşya varmış hiççççççç önemli değil.



11 Aralık 2013 Çarşamba

Kış Geldi...

Bugün İstanbul'a yılın ilk karı düştü, bu da bende resimlerle kışın hatırlattıklarını paylaşma isteği oluşturdu.

az da olsa kar yağınca heryer daha bir güzelleşiyor


kim böyle bir paketi açmak istemez ki


kış gelir, ağaçlar çıplaklaşır, dalgalar sertleşir, ama bu bile güzel geldi bu karede

soba ve odunlar, ne güzel çıtır çıtır yanar

üstünde de kestaneler

penguenler basmış burayı :))

fotoğraf arşivinden bunları buldum, biraz hava toparlasa da, dışarı çıkıp daha çok kare yakalasam :)


Ekmek Ustası :)

Sanırım üniversitenin son sınıfında karar vermiştim, mühendislik okuyordum, ama üretimde çalışmak istemiyordum. Bizi okulun götürdüğü teknik geziler, genelde empoze edilen, sektörün farklı üretim dallarında çalışmamız yönündeydi. Ama ben biliyordum, bu bana göre değildi. O zaman hedeflediklediklerim ve geleceğim için planladıklarım arasında satış, pazarlama, yurtdışı bağlantılı bir iş bulmaktı. Belki de ondan üniversiteden mezun olur olmaz işletme ihtisası yapacağım bir yön tutturdum.
Ondan belki de aradığım işler ve sonrasında ilk işim Türkiye'nin kendi ürün portföyünde bir numaralı bir gıda firmasının ihracat satış ekibinde oldu. Şimdi düşünüyorum hiçbiri şans değildi, zaten şans diye birşey de yok bu hayatta…

9 Aralık 2013 Pazartesi

Ben İnsanları Biriktirmişim Hayatımda...



Bugün evin yakınındaki kafede oturuyordum, kafamı bir kaldırdım ki, kimi göreyim, daha doğrusu kimleri demem gerekiyor. Önce ortaokul yıllarından beri arkadaşım olan M. girdi içeri, uzun zamandır Tanzanya'daydı, meğer dönmüş, sürpriz yapmış. Ne kadar uzun zaman olmuş görüşmeyeli, konuşacak ne çok şey birikmiş. Gerçi hep mesajlaşıyorduk, ama yüzyüze başka keyifli oluyor. Hemen o en sevdiği kahvesini ve dondurmasını ısmarladı, ben de favori tatlımı, başladı muhabbet ortaokul yıllarından, üniversitede ayrıldığımız dönemde de iletişimi nasıl koparmadığımızdan, sonra yine İstanbul'da buluşmamızdan. Konular çok tabi, zaman nasıl geçti anlamadık. İşleri varmış kalktı, ben yine elimdeki kitabı okumaya devam ediyordum ki, bu seferde yine lise arkadaşlarımdan 4 kişi çıkageldiler. Onları yıllardır facebook dışında görmemiştim. Hem de ellerinde hatıralarımızın olduğu resimler, küçük notlarla. Ne güzel sürpriz oldu bu.

8 Aralık 2013 Pazar

PERVANE

Birçok sevdiğim şarkı var ama hem sözleri, hem müziği, hem söyleyeni ile beni bu kadar duygulandıran, ağlamak, gülmek, döne döne dansetmek, uçmak hislerini yaşatan çok fazla şarkı yok sanırım, neden bilmiyorum, ama yorumu size bırakıyorum. Gözlerinizi kapayın ve dinleyin, size ne hissettirdi, ben şimdi öyle yapacağım ;)


7 Aralık 2013 Cumartesi

Renkler

Dışarısı geç te olsa gelen kış soğuğu, gündüz yağan yağmurun yerlerdeki ıslaklığı ve havada ki nem ile atkı, bere, eldiven devrini getirince kalbim en sevdiğim mevsim olan ilkbahar için daha çok attı. Ah keşke şimdi aylardan Nisan olsa idi...

Bir yandan da düşünüyorum, bu en sevdiğim mevsim konusu biraz göreceli, hayır hayır kastettiğim kişi değil, bulunduğun ülkeye göre…

Türkiye'de iken en sevdiğim mevsim kesinlikle ilkbahar, onun bana yaşattıklarına birazdan gelirim, ama 4 sene Dubai'de yaşadığımda en sevdiğim mevsim kış oldu, dünyanın bir kısmı kar, kış kıyamet altında iken, plajda güneşlenmenin, parklarda piknik yapmanın, koşmanın keyfini kış aylarında çıkarırdık biz. 9  aydır yaşadığım Cidde'de ise hangi mevsim en güzeliydi bilmiyorum, bu hissi çok yaşayamadım maalesef orada. Her mevsim aynı geldi, klimalı, iç mekanlarda ki yaşam ile.

Ama şu geçmiş kısa ömrümde bana en çok ilkbahar mutluluk verdi, heyecanlandırdı, yaşam umudu getirdi çünkü İLKBAHAR demek;

6 Aralık 2013 Cuma

Penceremden...

Mutfakta penceremin önünde duruyorum, burası evin en huzur veren yeri. Hep hayallerimde ki mutfağı olan bu eve geçtiğimizden beri sabahları aynı ritüelle güne başlıyorum. Sütlü kahvemi elime alıp tüm duvarı kaplayan cam / kapı şeklindeki noktasından mutfağın, bahçemize bakıyorum, günü böyle karşılıyorum. 

Güne erken başlarız biz, önce eşim gider işine, onu uğurladıktan sonra, ben kahvemi alıp camın önüne geçer, aklımdan gün içinde yapılacaklar geçerken, yeşilliklere, bahçemin çiçeklerine bakar, biraz enerji toplarım. Bu şehir insanın enerjisini emiyor, güne dopingli başlamak gerekiyor, ondan sabahın bu kısmından feragat etmek istemiyorum.

5 Aralık 2013 Perşembe

Rüyalar Anlatılmaz :)

#Blogfirtinasi 5. gün ödevi  "Bir rüyanızı veya kabusunuzu hikaye şeklinde yazın."şeklindeydi. İşte bu noktada tıkandım. Ben rüyaların anlatılması taraftarı olmayan, öyle kolay kolay anlatmayan, ya da suya anlatan, birilerine anlatacaksam defalarca "Hayirdir Insallah" dedirten biriyim :)) Ondan bugünkü konu bana uymadı, bugünlük izinliyim, yazamam ki.

The Dream - Pablo Picasso

4 Aralık 2013 Çarşamba

Karmakarışık

Karina evin tüm odalarını tek tek dolaştı, acaba birşey unutmuş muydu, hayır, herşey yerli yerindeydi. Bırakılması gerektiği gibi. Çantasını alıp çıkıp gidenlere, bunu nasıl yaptıklarına şaşarak bakardı eskiden. Ama şimdi kendisi aynı durumdaydı, istediğinden değil, öyle olması gerektiğinden.

Ne hayaller ile gelmişti bu kasabaya, yağışlı, karamsar havasına, sıkıcı, soğuk insanlarına rağmen. Çünkü onun bir amacı vardı, daha doğrusu hayal ettiği bir yaşam. Yine hayaller diyordu işte, halbuki onlar sadece düşkırıklıklarını arttırıyordu. Artık inanmak istemiyordu hayallere, anı ve günü yaşamak, kötü veya iyi yaşamın ona getirdiklerini karşılamak, gerçekci olmak gerektiğine karar vermişti. Belki yıllardır döktüğü gözyaşları böyle dinerdi. Belki doğru olan buydu.

Başkalaşmıştı bu kasabada, eskiden ne ise tersini yapmış, zıttı olmuştu. Yıllardır istediği bu muydu, öyle olduğunu düşünmüştü, ama şimdi bunun doğru olup olmadığını bile düşünmek istemiyordu, sadece kaderini yaşamak istiyordu.

3 Aralık 2013 Salı

Avrupa'nın Şatoları

Dünyada farklı coğrafyalarda, birçok ülke görme fırsatım oldu, mutluyum bundan. Seyahat etmeyi çok seviyorum, meraklı bir yaratılışım olmasından belki de. Yeni bilgiye açım her zaman. Daha henüz çocukken, televizyonda seyrettiğim Pazar sinemalarında ki tarihi filmlerden sonra, ansiklopedileri açar (o zamanlar internet yok tabi), bu işin gerçeği neymiş, filmde ki karakterler yaşamış mı diye araştırırırdım. Tarihi hep sevdim, merak ettim, araştırdım, okudum. Özel ilgi alanım olan Osmanlı İmparatorluğu zamanında ki halkın yaşamı ile ilgili kitapları buldum mu kaçırmamaya çalıştım. Sanırım önce okudukça, sonra okuduklarımın getirdiği merakla gezdikçe, o dönemleri hayal edip, gözümde canlandırdım. 

Gezdiğim yerlerin hep ayrı güzellikleri var, ama ben en çok tarihi mekanlara, yaşanmışlıklara merak saldım, onların peşinden gittim. Belki bundan, belki çocukken dinlediğim masalların, seyrettiğim filmlerin yarattığı etkiden, çok istediğim ve henüz gerçekleştiremediğim bir gezi hedefim var. Bu belli bir mekan, ülke değil, biraz daha kapsamlı, biraz daha kategorik. Avrupa'nın şatolarını görmek istiyorum.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Gece Yarısı Çocukları

Tam gece yarısı doğduğundan hangi günü doğum günü olarak kutlayacağı konusunda kararsız kalan tüm insanlar gibi ben de bu durumdan mustarip olabilirdim. Ama Nüfus İdaresi bu duruma benim için bir çare bulmuş, ne mutlu bana, bir "acaba" eksildi hayatımdan.

Ben bir yaz gece yarısı doğmuşum, 12:30 gibi. Ee bu durumda ayın 2'si doğumgünüm değil mi? Hiçte öyle değilmiş. Sayın nüfus memuru annemlerin evlilik cüzdanlarına şöyle bir not düşmüş; "Yaz saati uygulaması olduğundan esas doğum saati 11:30'dur". Heyyoo ben nüfusumda 2'si olsa da ayın 1'inde doğmuş bir çocuğum. Nüfus memuru amca veya teyze öyle dedi. Bizim de işimize geldi doğrusu, neden mi, annemlerin evlilik yıldönümüde ayın biri, ne hoş bir tesadüf değil mi…

1 Aralık 2013 Pazar

Tag: #Blogfirtinasi - Deneyelim bakalim

Bir varmış bir yokmuş…

Ben bu "blog challenge"ı buradan haber veren öğrendim. Ama oluşturan burası fikir sahibi imiş.

Hoşuma gitti. Blog işine yeni girmiş taze bir eleman olarak neden olmasın dedim. "Challenge" fikri de beni heyecanlandırdı sanırım :))

Bir varmış bir yokmuş…diyelim ve ilk gün ödevimize başayalım 1 Aralık itibarıyla

Hayal aleminden gerçeğe düşmüş, yazdıkça gerçeği kavramış bir yeni yetme blogger varmış. Burası onun gerçek veya değil hikayelerinin merkezi olacakmış. Hep ödev konularında yazmakta olmazmış, çünkü aklında binlerce fikir, ilham gelse de yazsam diye sıraya girmiş bekliyorlarmış.

O da ya Allah Bismillah demiş, kolları sıvamış, başlamış :))




Cidde ve Heykelleri

Başlık kimseyi şaşırtmasın, bu şehirde dünyanın bir çok şehrinden daha çok heykel var. Hepsi caddelerde ki döner kavşaklara yapılmış, genelde büyük, kaba çirkin taş yığınları bence. Estetik yok, ne anlatıyor anlamıyorum ama yine de varlar. Koskocaman bir çekicin mesela nasıl bir anlamla oraya konulduğunu bilmiyorum. Ben ki heykel, resim, sanat eseri severim buradaki "heykelleri" sevemedim. Çoğu canlı figürler değil, bir kaç tane var deve, balık figürleri gibi. Hiç mi güzel yok, var tabi, ama sayılı.

Bunların çoğunun 70'lerde ki Belediye Başkanı zamanında yapıldığını okumuştum bir yerde. Hatta şehrin bir noktasında ki koca kalp heykelini, geçirdiği by-pass ameliyatından sonra yaptırttığını öğrenmiştim.